ENERJİ İÇİN HAMLE YAPMA ZAMANI GELMEDİ Mİ? 2 .BÖLÜM

Yayınlandı: Şubat 20, 2012 / Sanayi

                     Arkadaşlar, Enerji yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.  Şimdi anlatacağım enerji türü ise, Biyoyakıtların içinde en zirvededir. Texaslı bir girişimci de bu enerjiyi üretiyor. Bu girişimci bu petrolü kendisi üretiyor ama bu Petrol, bir Biyodizel değildir. Bilindiği üzere Mısır, Soya fasülyesi gibi tarım ürünlerinden elde edilen Biyodizel üretimi hem geniş alanları kapsıyor hem de kendi yiyeceğimiz olan bu ürün yakıt olarak kullanıldığında gıda ürünlerimiz kalmamış oluyor. Texaslı bu girişimci de bu farkındalığı görerek Alk denilen bakterilerden yağ üretiyor. Biyodizelde ve Alk denilen bu bakteride de yağ var ama Alkler için bir alan gerekmiyor. Alk denilen bu bakteriler her tarafımızda özellikle banyomuzda, havuzumuzda ve bahçemizde bulunabiliyor. Bu bakteri bolluğu nedeniyle de Alklerden yüksek verimde yağ alınabilmektedir. Ayrıca Alk denen bakterinin içerisinde  benzer tarım ürünlerine göre de çok daha büyük miktarda yağ bulunuyor. Bu yağ ise, Biyodizel üretimi için çok uygundur. Ama bu yağı  bu bakterinin içerisinden çıkartmak için sizce ne yapılabilinir? Texaslı bu girişimci de Alk bakterisinin içerisinden bu yağı çıkartmak için bu bakterinin içine çok yüksek basınçta sıvı karbondioksit pompalıyor. Daha sonra da bu karbondioksit basıncı sonucunda, bu bakteriden yağ çıkartılabilinmektedir. Bu yağ da daha sonra Biyodizel üretimine gönderilerek diğer biyodizellerden çok daha saf bir biyodizel üretilmiş olunuyor. Ayrıca bu biyodizelin yanması sonucunda da %100’lük bir oranda yani hiç karbon salınımı yapılmıyor bile. Ama bu bakteri biyodizeli yandığında etrafa az da olsa Nitröz oksit gibi zararlı gazlar çıkarmaktadır. Bu Nitröz Oksit de hafif de olsa karbon salınımını arttırabiliyor. Peki, Biyodizel konusunda şöyle bir soru aklımıza gelebilir? Liposakşınla çıkartılan İnsan yağları acaba biyodizele dönüştürülebilinir mi? Bilim adamları bunun da mümkün olduğunu belirtiyor ve de ayrıca getirin de yapalım diyorlar. Evrenimizde ise en çok bulunan Hidrojeni ise, niçin enerji kaynağı olarak kullanmayalım? Hidrojen Enerjisine örneğin Bilim  adamları Geleceğin Enerjisi gözüyle bakıyor.Hidrojenin sıvılaşmış biçimini kullanan yüksek teknolojili Ariana roketini, Uyduları ve  de Uzay Mekiklerini uzaya çıkaran Hidrojen yakıtı, kendini tamamiyle ispatlamış durumdadır. Ayrıca da Esa’nın kullandığı Arien Space’in, 1000.000 beygir itiş gücü üretmesindeki ana etmen de Hidrojen Enerjisidir. Nedeni ise de hidrojenin çok verimli olmasıdır.  Ayrıca hidrojen gazını taşıtlarımızı çalıştırmak için de kullanabiliriz.Hidrojen Enerjisi kullanan otomobiller ise, çok sessiz ve de petrol türevlerine göre de çok daha güvenilirdir. Hidrojenle giden bir otomobil ise, bir depoyla yaklaşık olarak 400 km gidebilmektedir. Ama henüz maliyet konusunda kayda değer bir gelişme sağlanamadığı için şu an bu sistem çok pahalıdır. Hidrojen yakıt hücresinden enerji elde edebilmek için membran denilen bir teknoloji kullanılıyor. Maliyeti yükselten de bu membranlardır. Bu membranlar da genelde platin oluyor. Bu platin kullanımı da şu an 60 gr’dan biraz aşağı düşürüldü. Yakıt hücrelerinin tarihine bakacak olursak: Örneğin İlk yakıt hücresi,  Amerikalıların Apollo 11 Uzay Aracıyla Aya çıkışında kullanıldı. Normal bataryalar, Ay aracına sadece 4 gün gibi bir enerji sağlayabiliyordu. Ama yakıt hücresinde kullanılan Hidrojen, Ay aracını hem Aya götürüp hem de Aydan getirecek kadar enerji sağlayabilmekteydi. Yakıt hücreleri o zamandan bu yana çok değişti. Değişen en büyük teknoloji ise, katalizör olarak kullanılan platindir. Platin, yakıt hücresindeki protonların geçmesine izin verirken elektronların geçmesine izin vermemektedir. Daha sonra da yakıt hücresindeki bu sistem bu ikisini birleştirerek elektrik üretebiliyor. Egzostan çıkan ise, sadece sıcak sudur. Bu suyu da örneğin içebiliriz. General Motorun ürettiği yakıt hücresinde ise şu an 60 gr’dan az platin kullanılıyor. Platinin 2 gramı ise, 2000 dolar olduğu belirtiliyor. Burada General Motorun ürettiği yakıt hücreli arabaların bütün yakıt hücreli arabaların içinde en ekonomik ve en teknolojik olanı olduğunu belirtmekte fayda görüyorum. Diğer bilim adamları ise Membran denilen bu zarda, Seramik veya Karbonatlı bir malzeme kullanmayı araştırıyor. Böylelikle de maliyetin çok ucuzlayacağı belirtiliyor. Hidrojenden ya elektrik elde ediliyor ya da ısı elde edilmektedir. Hidrojenden elektrik şöyle elde ediliyor: Hidrojen ve oksijen arasına membran denilen zar konuluyor. Bu membrandan geçen hidrojen atomları elektronlarından koparılıyor daha sonra da bu hidrojen atomları arka taraftaki elektronlarla birlikte ve de oksijenle de birleşerek suyu meydana getiriyor. Yani yukarıda belirttiğim gibi egzostan hiç zararlı gaz çıkmıyor. Bmv, Opel, Daimler gibi büyük otomotiv üreticileri bu teknolojiye büyük paralar yatırdılar. Opel, hidrojenden elektrik üreten sistemlere yatırım yaparken; BMW ise, tamamen hidrojen kullanan sistemlere yatırım yapıyor. Ayrıca Hidrojen yakıt hücresi teknolojisi; Hydra adında teknede, Almanya’da bir apartmanın ısıtma sisteminde deneme amaçlı olarak kullanılıyor. İkisinde de tam istenildiği gibi sonuçlar elde edildi. Almanya’da da hava alanlarında kullanılan körüklü otobüslerde hidrojen yakıt sistemi kullanılmaktadır. Man firması da hidrojen yakıt hücresi teknolojisini deneme amaçlı otobüslerinde sergiliyor. Ama bu büyük otomotiv üreticileri güvenliği ön planda tutmaktadır. Mesela hidrojen yakıt tanklı bir araba çarpışma testlerine sokularak devamlı deneniyor. Nedeni ise de bir hidrojen yakıt tankının patlaması sonucunda ne olacağı sorusudur? Bilim adamları da bu konuda şöyle diyor: hidrojen, havadan 14 kat daha hafif olduğu için bir patlama anında hidrojen havaya uçup giderek tehlikeyi sıfıra düşürecektir. Yapılan deneylerde de hidrojenin benzin ve dizel gibi yakıtlardan daha güvenli olduğu ortaya çıktı. Ayrıca da hidrojenin diğer en büyük avantajı, ısı derecesinin benzin ve dizel gibi yakıtlardan da daha düşük olmasıdır. Şu an sonuçlar olumlu seviyede ama bilim adamları verimi arttıran teknoloji peşindeler. Böylelikle Hidrojen yakıt hücresi teknolojisi ileriki yıllarda daha ucuza mal edilebilecektir.Örneğin Hidrojen yakıt hücresinde kullanılan Platinin Hidrojen Enerjisinin maliyetini arttırdığını yukarıda söylemiştim. Ama Amerikalı Bilim Adamları Yakıt hücresinin içindeki katalizörde ince bir lazer şerit kullanarak platin kullanımını 1/5 oranında azalttı. Çalışmalar bu yönde hızla ilerliyor. Ayrıca hidrojen üretirken de şuna dikkat etmemiz gerekmektedir: Hidrojen üretiminde özellikle elektrik kullanımının düşürülmesi gerekmektedir. Nedeni ise de Sera Gazı Salınımıdır. Bilim adamları bunun için de Güneş Işığından hidrojen üretmeyi hedefliyor. Bilindiği üzere Hidrojen, Fotosentez sırasında da üretilir. Ama hidrojen yönünden en verimli fotosentez, Yosunlar tarafından yapılıyor. Örneğin  bir yosun tarafından üretilen hidrojen çok yüksek seviyelerdedir. Bilim adamları şu an bu yosunların ürettiği hidrojen veriminin %2 olduğunu belirtiyor.  İlerde ise, bu verimin %2’den %7’ye çıkacağı belirtiliyor. Burada belirttiğim gibi Doğa, Enerji üretme konusunda lider bir teknik akla sahiptir. Örneğin Bilim adamları Güneş Panellerinin şeklini güve gözünden ilham alarak üretmiştir. Daha da başka bunu her yerde görebiliriz. Örneğin Kuşlar havada çok performanslı bir şekilde uçarak enerjilerini hiçbir şekilde boşa harcamamaktadır. Özellikle bu olayı kuşların hızlı gittiği zaman kanatlarını kısması ve de yavaş gittiğinde de kanatlarını açması olayında gözlemleyebiliriz. Eğer bu teknolojiyi Yolcu Uçaklarında kullandığımız zaman çok büyük bir tasarruf sağlanacağı bellidir. Bu da Uçak Teknolojisi açısından çok büyük bir ilerleme olacaktır. Devrim denilen bu teknoloji şu an Boeing’in parmakları arasındadır. Bu teknoloji Uçakların aerodinamiğiyle ilgili olacaktır. Bu teknoloji İngiltere’de bulunan Cambridge Üniversitesi bilim insanları tarafından, Uçakların neden bu kadar çok ses çıkardığı sorusu üzerine başlamıştır? Herkese uçakların neden bu kadar çok ses çıkardığı sorulduğunda, bu soruyu Uçak Motoru olarak cevaplıyor. Hâlbuki, bu çok yüksek ses kaynağı Gövde Tasarımıdır. Yolcu Uçaklarının tasarımı rüzgâr sürtünmesini çok yükseğe çıkartmaktadır. Ama Cambridge’li bilim insanları bu soruna çözüm bulmuş gibi gözüküyor. Bu çözüm: Yolcu Uçağı tasarımının oldukça iyileştirilerek yani rüzgâr sürtünmesinin çok düşürülerek hiç ses çıkarmayan ve de bu uçakların kullandığı yakıtın da çok düşürülerek tasarruf sağlayan bir Aerodinamik tasarımla mümkün olacaktır. Üretilecek olan bu uçağın teknolojisinin temel sistematiği de ‘’Eklemli Kanat Teknolojisi’’ olacaktır. Örneğin üretilecek olan bu teknolojik uçak, bir Boeing kadar hızlı olamayacak ama yakıt kullanımı ve de ses gürültüsü bakımından Boeing’i çok çok gerilerde bırakacaktır. Örneğin   ”Eklemli Kanat Teknolojisi”ne sahip bu uçak, bir Boeing’den 300 kat daha az ses çıkaracaktır. Bu da Hava Yoluna yakın yerlerde oturanlar için çok güzel bir uyku anlamına da gelmektedir. Bu bilim adamları bu tasarımı Boeing’e götürdüklerinde, Boeing yetkilileri hiç inanmamış ama sonucun bu tasarımın sonuçlarının yukarıda anlatıldığı şeklinde  olduğu belirtilmiştir. Boeing yetkilileri tarafından bu uçakların 7 yıl gibi bir zamanda piyasaya çıkarılacağı belirtiliyor.  Yine başka gerçekleştirilmesi beklenen uçak projeleri arasında; %100 hidrojen gazıyla çalışan, sesten 5 kat hızla gidecek ve de Aerodinamik açıdan da çok iyi bir Yolcu Uçağı Projesi vardır. Bu Uçakla örneğin Londra- Newyork arasını çok kısa bir sürede alabileceğiz. Ayrıca bu uçak çok hızlı uçacağı için de yakıt depolarına sahip olamayacaktır. Nedeni ise de ses hızında bu yakıt depoları yanacaktır. Ama hidrojenle gidecek olan bu Yolcu Uçağının etrafa az da olsa Nitröz oksit gibi zararlı gazları çıkartacağı belirtiliyor.  Diğer bir enerji kaynağı olan Hidrat gazına ise, Fosil yakıt bittikten sonra Geleceğin Enerjisi gözüyle bakılıyor. Bilindiği üzere Jüpiter’in uydularında bol miktarda Hidrat gazı olduğu tahmin ediliyor. Bu uydulara örnek olarak Europa’yı gösterebiliriz. Örneğin Europa’daki Hidrat gazı Dünyaya çok çok uzun süreler yetecektir. Dünyada bulunan Hidrat gazı ise, derin denizlerde basınç altında bulunuyor. Bu basınçtaki Hidrat gazı da bu derinlikteki buzun içine sıkıştırılmış durumdadır. Amerika’daki bilim adamları ise, Meksika Körfezinin altında büyük miktarlarda Hidrat gazı olduğunu tahmin ediyor. Örneğin Amerikalı bilimciler, denizaltıyla Meksika Körfezinin derinlerine indiğinde köpürcükler aradılar. Nedenine gelecek olursak, Hidrat gazının köpürmesidir. Hidrat gazı, Meksika Körfezindeki denizin altında bulunan buzulun içinde sıkışmış durumdadır. Sorun da bu devasa buz parçasını bu derinlikten Yer yüzüne nasıl çıkarılacağıdır? Eğer bu buz parçası Yer yüzüne  çıkarılabilinirse tüm Dünyaya yetecek kadar güçlü bir enerji kaynağı olduğu belirtiliyor. Ama bu enerjinin de en büyük dezavantajı ise, Karbon Salınımı yapmasıdır. İlerde Fosil Yakıtları düşüreceğimize göre de Elektrikli arabalar benzinle çalışan arabalarla rekabet edecektir. Onun içindir ki Bataryalar  şu an gündemimizde çok önemli hale geldiler. Nedeni ise de Elektrikli Arabalardır. Bataryalar adeta Elektrikli arabaların kalbi durumundadır. Kısacası olmazsa olmazı da diyebiliriz.  Şu an Nissan Leaf, Chevyvolt, Bmw, Ford Focus Elektrikli arabaları üretildi ve de deneme aşamasındalar. Amerika’da bir girişimci de Coda adında bir elektrikli arabayı yaptı ve de bunu satma aşamasındadır. Örneğin Coda, bataryalar sayesinde hiç şarj edilmeksizin 160 km gidebilmektedir. Bataryalar çok güçlü olduğu için de Coda’nın beygir gücüde artmıştır. Bu bataryaları da Codayı üreten bu firma yapmıştır.Ama bu teknoloji, Çin’den gelen bataryaların birleştirilmesi şeklindedir. Çin sırf Coda için kendi fabrikasında özel bir yer tahsis etmiş durumdadır. Nedeni ise de Çin’in bu sektöre büyük paralar bağlamış olmasıdır. Amerika ise, daha bu yolun başında olduğu gözüküyor. Ama Amerika, Çin’den çoğu şeyi bu yolla öğrenmeyi istiyor. Elektrikli arabalar içinde de biri var ki zirvede bulunuyor. Bu araba Tesla Roadstar’dır. Tesla Roadstar, Kaliforniya’nın Silikon vadisinde üretilmektedir. Ayrıca burada üretilen bu araç burayı bir motor kenti de yapabilir.  Tesla Roadstarın özelliklerine gelecek olursak: Tesla Roadstar şu ana kadar üretilen elektrikli arabaların içinde en hızlı hızlanan ve de menzili en uzun olanıdır. Örneğin Tesla Roadstar saatte 200 km hıza kadar çıkabilmektedir. Bu araç gücünü ise Lityum İyon bataryalardan alıyor. Bu Lityum İyon bataryalar da 6831 hücreli ve de Tesla Roadstarda kalem pil boyutunda olan bu lityum iyon pillerden 7000 tane bulunuyor. Bu bataryalardan çıkan enerji ise,  ilk önce bu aracın elektronik kontrol sistemine iletiliyor. Daha sonrada bu elektronik kontrol sistemi 3 fazlı bir alternatif akım motorunu besliyor. Sonuçta da Tesla Roadstar’ın 0-100 hızlanması yaklaşık olarak 4 saniyede gerçekleşiyor. Hiç şarj olmadan da bu araç  400 km gidebilmektedir.Ayrıca bu aracın hafif olması için de şasisi Alüminyumdan yapılmıştır. Ayrıca bu araç, yarış arabasından ilham alınarakta tasarlanmıştır. Örneğin Tesla Roadstar,  Ferrari veya Porche gibi araçlarla da aynı hızlanma süresine sahiptir. Bu araç belki de bizi tamamen Benzin veya Dizel gibi yakıtlardan kurtarabilir!  Ayrıca bu araç devrimsel bir başlangıç olarak görünse de bizim için ileriye doğru çok büyük bir adım olacaktır. Hatta bu Lityum İyon bataryaları evimize elektrik sağlamak içinde kullanabiliriz. Böylelikle de herhangi bir arz yetersizliğinde bu bataryalardan büyük miktarlarda elektrik elde edebiliriz. Almanya’da da bir çevreci, Elektrikli arabasının bataryasındaki enerjiyi kullanmadığı zamanlarda bu enerjiyi Elektrik şebekesine satarak hem arza faydalı olmayı hem de kendisine gelir elde etmeyi planlıyor. Nedeni ise de bu elektrikli araba kullanılmadığı zamanlarda bu arabanın bataryasındaki enerjinin arza olumlu etki yapmasıdır. Ama bataryalar şu anki ufak biçiminde değil de çok daha büyük olsalardı, oldukça iyi olacaktı. Nedeni ise de bu bataryalardaki enerjinin devamlı elimizin altında olmasıdır. Örneğin Filipinlerde bulunan bir Greenpeace üyesi de bu ülkenin başkentinde Toplu Taşıma Araçlarında kullanılacak olan Jeep tipi sistemlerde elektrikli araba kullanmayı öneriyor. Bu bilim adamı da daha sonra bu elektrikli arabaların bataryalarındaki elektriğinin de Filipinlerde gayet bol bulunan çöplüklerdeki metan gazından elde etmeyi hedefliyor. Bilindiği üzere çöplerdeki bakteriler bu çöpleri yiyerek etrafa metan gazı çıkarır. Bu metan gazı da yanıcı bir gaz olduğu için bunu biz, Toplu Taşıma Araçlarında kullanmayı hedeflediğimiz elektrikli arabalardaki bataryaları doldurmak için de kullanabiliriz. Hatta bu işlem sonucunda da Karbon Salınımı %07 oranında düşebilmektedir. Bu ise çok ufak bir rakam olarak gözüküyor. Ama, şöyle düşünürsek hiç de öyle olmadığı sonucuna varırız. Bu teknolojiyi ülke genelinde kullandığımızda da hem daha az fosil yakıt kullanılacak hem de herkes karbon emülsiyonunun ne kadar zararlı bir şey olduğu bilincine ulaşacaktır. Ayrıca bu projeyi Nobel Ödüllü Dan Kammen’da Enerji Kullanımındaki Becerisi ve de Karbon Salınımına yaptığı etki açısından birinci seçmiştir. Böylelikle de bu elektrikli arabaların can damarı olan bataryaların da işlev açısından çok fonksiyonlu bir yapıya sahip olduğu görülebilinir. Örneğin bu Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Çin’de büyük ölçüde bir iş kaynağı oluşturmuş durumdadır. Bir sürü işçi de bu sayede hayatlarını sürdürüyor. Ayrıca yukarıda saydığım elektrikli  araçlardaki Lityum iyon bataryaların da Dünyada en büyük üreticisi  Çin’dir. Örneğin Çin’deki Lishon firması, Lityum iyon bataryalarda Dünyada birincidir. Ayrıca Çin, bu teknolojiye oldukça büyük paralar da yatırıyor. Örneğin Çin, sırf yenilenebilen enerji kaynaklarına 32 milyar dolar yatırmış durumdadır. Bu da Amerika’nın bu alana yatırdığı paranın 2 katı anlamına geliyor. Diğer bir yeni enerji türü de Adım enerjisine dayanmaktadır. Bir günde sizce kaç adım atıyoruz? Eğer bunun hesabını yapabilseydik şimdi Enerjide tamamen farklı yerlerde olurduk. Amerikalı bilim adamları da bu nedenle ”Powerleap” adında yeni bir malzeme geliştirdi. Bu malzeme de özellikle kinetik enerjiden elektrik üretebilmektedir. Kısacası bu malzemenin üzerinde adım atarak ilerlediğimizde sistem otomatik olarak elektrik üretebiliyor. Bu malzemeyi özellikle şehirlerin kalabalık kesimlerine, havayollarına, tren istasyonlarına ve de özellikle diskolara yerleştirerek elektrik üretiminde bir devrim yapılabilinir. Örneğin Amerika,  gençlik enerjisinden elektrik üretmek için ”Powerleap” adındaki bu malzemeyi diskolarda kullanarak verimi üst düzeylere taşımayı planlıyor. Diğer başka bir enerji kaynağı ise, İnek dışkısından enerji üretimidir. Texaslı bir girişimci de İneklerin bu dışkısından metan gazı üretmek için bulunduğu bölgeye bir gaz santrali bile kurmuştur. İnek dışkıları  öncelikle bir traktörle bu dışkıların toplama alanına getiriliyor. Örneğin bu işlem, traktörün arkasına bağlanan büyük traktör lastiği ile inek dışkısının yerlerden sıyrılmasıyla yapılıyor. Daha sonra da diğer çiftliklerdeki ineklerin dışkıları alınarak bu dışkı kapasitesi büyütülüyor. Bu dışkılar da daha sonra kepçelerle toplanarak büyük kazanların içine dökülüyor. Bu kazanlardaki dışkılara da daha sonra katı veya sıvı yağ enjekte ediliyor. Bu yağ evlerden veya restoranlardan alınabilmektedir. Yağın bu dışkıya enjekte edilmesindeki amaç ise, yüksek protein içermesi ve de dışkının içindeki mikroorganizmaların bu proteinlerle beslenebilmesidir. Yani sindirimin devam etmesi için bu protein takviyesinin gerekli olduğudur. Sindirim sayesinde de böylelikle mikroorganizmalar yaşıyor ve de daha çok metan gazı üretilmiş olunuyor. İlerde ise bu protein takviyesi bu dışkı tankının içinden alınacaktır. Daha sonra da bu dışkı çorbası, tankın içinde bulunan büyük pervanelerle çevrilerek metan gazının yukarıya çıkması sağlanıyor. En sonunda da bu metan gazı boruların içinden geçirilerek Amerikan Hükümeti Gaz Santraline veriliyor. Bilim adamlarına göre de bir İneğin dışkısından elde edilen Metan, bir evin bir yıllık ihtiyacını karşılayabilmektedir. Tam teşekküllü böyle bir metan gazı fabrikası ise, 4,5 milyar galonluk bir gaz üretebilmektedir. Ayrıca da  bu sistemden elde edilen enerji, Birleşik Devletlerin nüfusunun 4,5 milyonuna enerji sağlayabiliyor. Ama Metan gazının yakılmasının Karbon Salınımını arttırdığını burada belirtmekte fayda görüyorum. Diğer bir Enerji kazanımı ise, Plascon Group’un kullandığı devrimsel bir teknolojidir. Plascon Group, plazma enerjisini kullanarak atıkları yakıyor. Bu yanma neticesinde ise, normalden daha fazla enerji elde edilmiş olunuyor. Hem de bu yanma neticesinde oksijen gazı da elde ediliyor. Bu yöntem diğer atık yakma sistemlerine göre de daha çevrecidir.Yani Plazma Yakma Sisteminin Karbon Salınımına da faydası bulunmaktadır.  Arkadaşlar, Enerji denilince de hiçbir enerji Güneşle yarışamaz. Güneş ise bizi Füzyon enerjisiyle ısıtmaktadır. Füzyon ise bence enerjide Kutsal Kâse demektir. Nedeni ise de Füzyondan üretilen enerjinin çok ama çok büyük olmasıdır. Örneğin Güneşimizde üretilen 1 gr Füzyon Enerjisi ,300 ton benzinin enerjisine eşittir. Güneşimiz ise, her saniye 600 milyon ton hidrojeni, helyuma dönüştürüyor. Bu enerjiye ulaşmak için de Amerika’da çeşitli yerlerde Füzyon Reaktörleri kurulmaya başlandı. Ama şimdiye kadar bu enerjiye ulaşılamadı. Bu Reaktörler ise şunlardır: İter Füzyon Reaktörü, Megajoule Lazeri ve Z Makine. İleriki yıllarda bitirilmesi beklenen İter Füzyon Reaktörü ise şöyle çalışacaktır: Döner bir halka içinde plazma haline getirilen döteryum ve trityum, ortada bir ısıtıcı vasıtasıyla sıcaklığı 10 milyon dereceye kadar çıkartılacaktır. Daha sonra da dışarıdan mikro dalga ışınları sayesinde bu plazmanın sıcaklığı daha da arttırılacak. Daha sonra ise, dışarıdan döteryum püskürtülerek bu sıcaklığın ısısı 100 milyon dereceye kadar çıkartılması sağlanacak. Çünkü bu sıcaklığa çıkmak istemelerinin nedeni ise, bu sıcaklıkta hidrojen, helyuma dönüşmektedir. Sonuçta da ortaya devasa bir enerji çıkıyor. Bu makinenin bir ufağı ise, Takomak Füzyon Reaktörüdür.Takomaktan elde edilen enerji ise yüksek olmadığı için bu reaktörün bir büyüğü olan İter Füzyon Reaktörü yeterli enerjiye ulaşarak, Geleceğin Füzyon Reaktörü olma yolunda ilk olma yarışındadır. Ama Megajoule Lazeri de bu yolda ilk olmak için yarışıyor. Megajoule Lazeri ise şöyle çalışacaktır: Birçok lazerin enerjisi yükseltilerek bir noktaya (ki bu nokta döteryum ve trityum atomu olacak) hedeflenecek. Bu noktada sıcaklık istenilen seviye yani 100 milyon dereceye yükselerek hidrojen atomlarının birleşerek helyumu oluşturulması sağlanacak. Diğer bir yarışmacı ise, Z makinesidir. Bu makine ise New Mexico’da bulunuyor. Bu makinenin nasıl çalıştığına gelecek olursak: Bir sürü elektrik enerjisi bir noktaya simetrik basınç oluşturarak, ki bu basınç  manyetik basınç olacaktır, bunun neticesinde de hidrojen, helyuma dönüşecektir. Bu teknolojilerin özellikle askeri teknolojilerle birlikte geliştiğini burada belirtmekte fayda görüyorum. Çünkü  Askeriye de Füzyon Teknolojisi kullanmaktadır. Bakalım bu yarışı kim kazanacak! Öncelikle ilk füzyonun 10 yıl içinde ortaya çıkması planlanıyor. Ama ticari bir şekilde işletilmesi ise ,2070 yılını bulabilir. Amerika’daki Torus Füzyon Enerjisi Santralinde de Füzyon enerjisi araştırılmaktadır. Bu santralde de kullanılan kaynak  hidrojendir. Hidrojen burada 150 milyon dereceye kadar ısıtılarak plazma haline getiriliyor. Daha sonra da bu plazmanın içindeki hidrojen atomları,  helyum atomlarına dönüşmektedir. Kısacası Füzyon Enerjisi, günümüzde kullanılan Nükleer enerjiden milyonlarca defa daha güçlü ve de fosil yakıttan da milyonlarca defa daha etkilidir. Ama kullanılan yakıt olan Hidrojen gazı, bazı güvenlik riskleri oluşturduğu için Füzyon Enerjisinden elektrik üretmek için de Bilim adamları 50 yıl kadar daha beklenilmesi gerektiğini belirtiyorlar. Ayrıca da Füzyon Enerjisinin Nükleer enerji gibi arkada zararlı reaktif madde bırakmadığını da burada belirtmekte fayda görüyorum. Peki, bu araştırmalar neden yapılıyor sizce? Bu araştırmalar özellikle geleceğimizle ilgilidir.Çünkü Enerjimizin geleceğine bakarken 10-20 yıl değil de 50-100 yıl kadar ileriye bakmamız gerekmektedir. Füzyondan sonra da diğer en büyük Enerji kaynağı ise, bence Nükleer Enerjidir. Örneğin bir Nükleer Enerjiden çıkan enerji, ki bu genelde Uranyum 235 bölünmesi oluyor, bir Tnt’den çıkan enerjiden 50 milyon kat daha fazladır. Eğer bu enerjiyi kontrollü bir şekilde üretecek olursak,ki bu genelde Nükleer Santrallerde oluyor, 1 kg Uranyum 235’ten  örneğin 50.000 kw elektrik üretebiliriz. O zaman soruyorum size? Neden hala Fosil Yakıtlarda ısrarcıyız? Eğer Nükleer Enerji tehlikeli ve de bu yüzden de birçok kişi ölmüştür diyorsanız, ben bunu kabul etmiyorum. Çünkü Çernobil’de radyoaktividen ölenlerin sayısı bile ya 30 ya da 40’tır. Japonya’daki depremde bile Fukuşima Nükleer Reaktörü görevini tam anlamıyla yapmıştır.Fukuşima’daki arıza, kaynar su reaktöründeki yoğunlaştırıcıda çıkmıştır. Eğer burada bulunan yoğunlaştırıcı çok daha büyük olsaydı, bu arıza olmayacaktı.Bu yoğunlaştırıcının küçük oluşu sıcaklığın içeride kalmasına neden oldu ve de daha sonra da bu yoğunlaştırıcının içinde bulunan  hidrojen gazı buradan sızarak etrafa dağıldı. Daha sonra da bu hidrojen gazı etraftaki oksijenle birleşerek bir yanma oluşturdu. Bu yanma neticesinde ise, etrafa radyoaktif  iyot ve radyoaktif sezyum çıktı. Şu an Japonya’nın güvensiz bölgesinde sadece radyoaktif sezyumun bulunduğu belirtiliyor. Radyoaktif iyot ise, yarılanma ömrünün çok kısa olması nedeniyle çoktan havaya karıştı bile. Fukuşima’daki Nükleer Reaktörün çok eski olduğu, örneğin 40 yıl eski teknolojiyi taşıdığı ve de çok eski tasarıma sahip olduğu belirtilmektedir. Örneğin, Yeni Nükleer Santrallerde bu olmayacaktır. Nükleer Enerjiye kısa bir girişten sonra da herhalde Nükleer karşıtların onayını almışımdır diye düşünüyorum ve de yazıma devam ediyorum. Nükleer Enerjiyi  günümüzde pek çok ülke kullanmaktadır. Örneğin Fransa bu Enerji kaynağını kullananların başında geliyor. Fransa elektriğinin %80’ini Nükleer Enerjiden karşılamaktadır. Nükleer Enerjinin nasıl üretildiğine gelecek olursak, Kısacası: kararsız olan Zenginleştirilmiş Uranyuma,ki bu Uranyum 235 atomu oluyor, isabetli Nötron atışıyla Uranyumun parçalanmasını sağlamaktan başka bir şey değildir. Daha sonra ise, Uranyum bölünerek dışarıya yeni parçacıklar fırlatır. Bu işlem sırasında da Uranyum kütle kaybeder. Bu kütle kaybı da enerji anlamına gelmektedir. Bu enerji de sistemde bulunan suyu ısıtarak buhara çevirir. Bu buhar da sistemdeki türbinleri çevirerek Jeneratör gibi elektrik üretilmesini sağlamaktadır. Ama burada bir sorun vardır. Bu sorun: Nükleer Santrallerin geride bıraktığı zararlı reaktif maddelerdir. Bu zararlı reaktif maddelerin örneğin bir yerlerde saklanması gerekmektedir. Nedeni ise de Bir Nükleer Atığın zararsız hale gelmesi için 10.000 yıl kadar beklenmesi gerekeceğidir. Örneğin, Plütonyum 239. Amerika da bu Nükleer atıkları depolamak için Nevada’daki bir dağın altına tünel açıyor. Bu tünelin tamamen açılması ise, 2017 yılını bulabilir. Ama Nükleer Enerjideki diğer en büyük sorun, Nükleer yakıt çubuklarıyla ilgilidir. Bilindiği üzere Nükleer yakıt çubuklarının hepsi enerjiye çevrilemiyor. Nükleer yakıt çubuklarının sadece %5’i enerjiye çevrilmektedir. Geri kalanı ise, Nükleer kirlenmeye uğruyor. Yani uranyum yakıt çubuğunun %95’lik kısmı kullanılamıyor. Amerikalı bilim adamları da işte bu yakıt çubuklarının ve de diğer zararlı Nükleer atıkların tamamının nasıl enerjiye dönüştürüleceğini araştırıyor. Eğer böyle bir şey gerçek olursa, Nükleer Enerji daha kapasiteli ve de daha işlevsel olacaktır. Nobel Ödüllü Dan Kammen’a göre de bütün enerji kaynağı projelerinin içinde yarışmayı Güneş Enerjisi kazanarak birinci sıraya oturmuştur. Arkadaşlar, son söz olarak ne kadar enerjiye sahip olursanız olun, sakın ha! enerjinizi boşa harcamayın diyerek, Yazımı şu sözlerimle bitirmek istiyorum: Eğer Enerjide devrimsel bir teknolojiye ulaşmak istiyorsak, bunu Yıldızları Dünyamızda yaratarak yapabiliriz.

Saygılarımla,,,

Sait Saatcigil

İlgi Alanı: Fizik, Teknoloji

Lakabı: Fiziğin Şahı

İletişim: ssaatcigil@mynet.com

yorum
  1. xxxxx dedi ki:

    Çok emek vermişsin güzel bi çalışma olmuş. Enerji bildiklerimin dışında daha başka yollarla da üretiliyormuş.

Yorum bırakın